Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce, ağustos başında gazeteciler ile yaptığı özel bir sohbet esnasında kentsel dönüşümü suç oranının azaltılmasına karşı önemli bir araç olarak tanımlayarak konuyla ilgili bilimsel çalışmaları başlattıklarını belirtiyor:
“Kentsel dönüşümün şöyle bir artısı olabiliyor. Bu bilimsel de bir tespit. Suç odağı olmuş semtlerde kentsel dönüşüm yapıldıktan sonra suçun azaldığı biliniyor. Profesör arkadaşlarım bu konuda çalışıyorlar. Hocalara çalışın bakalım dedim…’’
Uygulamanın yabancı ülkelerde de gerçekleştirildiğini öne süren Bakan, “Amerika’da, Meksika’da var bunlar. Benim bu söylediklerim fizik problemi gibi değil, sosyolojik bir olay. Japonlar kentsel dönüşümü çok yaptıklarından geçmişte bu tip problemlerin çözümünü orada da görmüşler”diye de eklemiş.
Süleymaniye'de yıkım, 2012 |
Bu söylemin, 70’lerden bu yana küresel ölçekte, 2000’lerin başından itibaren de Türkiye’de kullanıldığına dolayısıyla Güllüce’nin açıklamalarının orijinal bir şey söylemediğine, ancak buradaki asıl amacın emekçi ve alt gelir grupları mahallelerinin yıkımlarına meşruiyet inşası olduğuna dikkat çektikten sonra “Neden şimdi?” sorusunu da yanıtlayacağız.
Mike Davis, Gecekondu Gezegeni (2006) isimliçalışmasında, “Gecekondu bölgelerinin temizlenmesini suçla mücadelenin vazgeçilmez bir aracı olarak gerekçelendirmek 1970’lerden beri dünyanın her yerindeki hükümetlerin sıradan bir tavrı haline gelmiştir’’ der.
70’li yıllar, gelişmiş ülkelerde Fordist refah devletinin, Üçüncü Dünya’da ise kalkınmacı popülizmin çöktüğü, neoliberalizmin küresel hegemonyasını inşaya durduğu yıllardır. Devlet, refah devleti ve sosyal yatırım alanlarından çekilirken, sermaye ve emlak pazarları küreselleşmekte, sanayi sektörü ise hizmetler, finans ve turizm gibi diğer sektörler karşısında giderek önemini yitirmektedir.
Dolayısıyla, sanayi üretimi mekânlarından finans yatırımı, turizm ve hizmet mekânlarına evrilen kentlerde, fabrikalarının kapanmasıyla işlerini kaybeden emekçilerin yeni istihdam olanakları zorlaşmaktadır.
Taşeron işçilik, güvencesiz işler, yarı zamanlı çalışma, merdiven altı üretim, enformal sektör vb. bir zamanların sosyal güvenceli, örgütlü, sendikalı emek gücünün yeni çalışma alanları olur. Yaşam standartları düşen emekçi nüfuslar yoksullaşırlar; örgütlülüklerini yitirdiklerinden aynı zamanda güçsüzleşirler.
Yıkılmayan Fener-Balat, 2012 |
Öte yandan, kentsel araziler sermayenin yeni birikim rejimi olmuştur. Fabrikanın mekânı kentin kendisi bir fabrika misali AVM, otel, plaza, rezidans, lüks konut üreterek sermayeye birikim sağlarken kullanım değerini yitiren ve değişim değeriyle öne çıkan kent de metalaştırılmıştır.
Şimdi, fabrikanın kurulduğu değil, söküldüğü yer olan ve dolayısıyla büyük emek gücüne gerek kalmayan kentte, sermayenin birikimine birikim katacak emekçi mahalleleri yıkımları kaçınılmazdır.
Neoliberal vitese geçen dünya, yoksullaşma ile birlikte zorla tahliye, yerinden edilme ve mülksüzleştirmeyi barbarca boyutlara taşıyacak bir sürece evrilmiştir. Kabaca özetlediğimiz neoliberalizmin kentleşmesi virüsü, Özal-Dalan döneminde aksayarak ama sonra Kemal Derviş “reformları” ile ve hemen ardından 2002’de iktidara gelen AKP’nin neoliberalizmin elifbasını hatmetmesiyle Türkiye kentlerine de girdi.
Bu arsız rantsal dönüşüm, bugün, başta İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa gibi büyük şehirler olmak üzere kentlerde zorla tahliyeler ile konut hakkı ve ilgili insan hakları ihlalleri ve mağduriyetlerinin de sorumlusu olup beraberinde haklı itirazları, direnişleri ve kentsel muhalefeti de getirmektedir.
Ataşehir'de Romanlara yıkım, 2015 |
Bakan, “Amerika’da, Meksika’da var bunlar …’’ derken farkında olmadan böyle acımasız bir gerçeğe işaret etmektedir. New York’un önceki valisi Bloomberg döneminde, soylulaştırma uğruna alt gelir gruplarının kentten tasfiyelerine şahit oluruz.
Rantı yükselen Harlem’in üst gelir grupları ve sermayeye yönelik projelere açılması için suçlulaştırma / kriminalleştirme faydalı bir araçtır; hele ki burası zaten damgalanmış bir bölge ise; keza, adı geçen Meksika ve Brezilya başta olmak üzere genelde Latin Amerika’da gördüğümüz enformel mahalle /favela yıkımları, nüfusların zorla tahliyeleri ve yerlerine lüks kapalı siteler, AVM’ler, vs. dikilmesi için de.
Davis, kitabında Latin Amerika’daki gidişatı “Haussmann Tropik Bölgede” alt başlığıyla verir. III. Napolyon’un valisi Baron Haussmann, 1860’lar Paris’ini yeniden düzenleyerek kenti emekçilere dar etmiştir; ancak, sermayeye birikim alanları açmanın ötesinde, Paris’in dar sokaklarını yok edip geniş bulvarlar kondurarak olası kentsel muhalefete karşı devletin gözetim ve denetimini de kolaylaştırmıştır.
Bu yeniden imar, özel kar ile toplumsal denetimin eşzamanlı gerçekleşmesini sağlayarak bir taşla iki kuş vurmuş ve kentsel muhalefeti, direnişi baskılamak isteyen otoriteryan iktidarlara da güzel bir örnek olmuştur.
Sulukule, 2014 |
Türkiye’den baktığımızda, fabrikanın söküldüğü kentte, kentsel muhalefetin örgütlenebildiği mekânlar genelde emekçi mahalleleri ve gecekondu bölgeleri olup, mahalleliler yaşam alanlarının sermayece gaspına karşı örgütlenmekte ve direnişe geçmektedirler.
Buralar aynı zamanda devletin kolaylıkla denetleyemediği yerlerdir. Dönüşüm sayesinde kentsel toplumsal muhalefet yerinden edilip dağıtılacak, yaşam alanları da üst gelir gruplarına yönelik projelere açılarak inşaat ve emlak üzerinden dönen ekonominin çarkları yağlanacaktır.
Ancak bunun kolaylıkla gerçekleştirilebilmesi için kullanışlı bir araca, kamuoyunun olurunu sağlayacak bir meşruiyet mekanizmasına ihtiyaç vardır. Suçlulaştırma, damgalama, karalama burada devreye sokulur.
Güllüce, “Suç odağı olmuş semtlerde kentsel dönüşüm yapıldıktan sonra suçun azaldığı biliniyor…”derken Haussmann ve ardılları misali bir kentsel dönüşüme işaret etmektedir. Rantları yükselen emekçi mekânlarını dönüştürmek; Tarlabaşı ve Okmeydanı’nı “Şanzelize” ya da Küçükçekmece’yi “Miami” yapma hayallerini gerçekleştirebilmek için böyle bir araca ihtiyaç vardır.
Öte yandan, Paris’in ayrıştırılmış banliyölerinin bugün nasıl patladıklarını göz önüne aldığımızda, sosyal bir problemin Haussmannvari salt fiziki müdahaleler ile çözülemediği, tam aksine, tehlikeli kentin ayrıştırılmış bir kent olduğu gerçeğini hatırlatalım.
Okmeydanı, 2013 |
“Benim bu söylediklerim fizik problemi gibi değil, sosyolojik bir olay” diyen ancak sosyolojik bir olayı tam aksine fiziki bir yer değiştirme ile çözebileceğini sanan Bakan Güllüce’nin profesörleri yapacakları araştırmada Charlie Hebdo katliamının arka planına bakıversinler ya da ABD’de en son Ferguson olmak üzere banliyö başkaldırılarına.
Meksika kentleri ve bilcümlesinde, duvarlar, yetmedi çelik teller, yetmedi elektrikli teller ile ayrıştırılmış kapalı korunaklı mekânlarında birbirlerinden korkarak, nefret ederek yaşayan içerdekiler ve dışardakileri de tavsiye ederiz.
Aslında çok da uzaklara gitmeye gerek yok, IŞİD’in neden kentsel dönüşüm alanı Hacı Bayram’dan en çok militan devşirdiğini de inceleyebilirler. Bu arada, neredeyse polis devletine döndüğümüz bu iktidar döneminde, dönüşüm mahallelerinde bonzai çetelerinin nasıl ellerini kollarını sallayarak gezdiklerini, mahallelere birden bire musallat olan yasa dışı oluşumları ve bunların tüm mahalleyi damgalamada ne kadar işlevsel olabildiklerini de araştırsınlar.
Eyüp halkı, 2012 |
Emekçilerin istihdam olanaklarını yitirdikleri, genç işsizliğin yüzde 20’lere ulaştığı bir kentte çözümün suçlulaştırma üzerinden dönüşüm mü yoksa sosyal politikalar mı olduğu zeminini de doğru saptayarak doğru adresi göstersinler.
Yukarıda da belirttiğimiz üzere, damgalama/suçlulaştırma söylemi, kentsel dönüşüme göbekten bağlı AKP iktidarlarının 2000’lerin başından bu yana kullandıkları bir araç.
Kısa bir hatırlatma yaparsak, zamanın Başbakanı tarafından ucube olarak nitelendirilen Sulukule’yi, Kürt kimliğinden dolayı Küçükçekmece Belediyesince kriminal bölge addedilen Ayazma’yı, keza tehlikeli olarak damgalanan Tarlabaşı’nı unutmayalım.
Bugün bu mahallelerin her birinde sermayenin beş-yıldızlı bir projesi yükselmektedir. Ya nüfusları? Yoksullaştırılmış, yoksunlaştırılmış, yerlerinden edilerek mülksüzleştirilmiş ve ayrıca kentte tutunmaları için çok önemli olan dayanışma bağları da tarumar edilerek atomik bireylere dönüştürülmüşlerdir.
Ataşehir'de yıkım, 2011 |
İlk kentsel dönüşüm alanlarının ilan edildikleri 2005-2007 yılları şahikaları ise hiç kuşkusuz gecekondu bölgelerini sökülüp atılması gereken birer “ur” olarak niteleyen Başbakan Erdoğan ile buraları “terörün, uyuşturucunun, devlete çarpık bakmanın, psikolojik olumsuzlukların merkezi” ve “bazı siyasi oluşumlar, açıkgözler, yanlış düşünenler, esrar, eroin ve kadın ticareti yapanların” beslendikleri yerler olarak damgalayan dahası “Bize göre terörün arkasında gecekondulaşma da var” diyerek hedef gösteren önceki TOKİ başkanı Bayraktar’dır!
Bunların yanında Güllüce’nin söylemi zayıf bile kalmaktadır. Baştaki sorumuza dönersek “Neden şimdi?”. Bu suçlulaştırma mekanizması fazla tutmadığı için daha sonra deprem ve afet dönüşümü ipine sarılan iktidar neden çark etmiştir?
Ülkenin genel atmosferine baktığımızda yanıt ortadadır. Gitgide kutuplaşan bir siyasi atmosfer içinde, cenazelerin bir kez daha anaları ağlattığı ülkede, terörün kentleri esir aldığı bu dönemde kentsel toplumsal muhalefeti dağıtmak için suçlulaştırma/kriminalleştirme mekanizmasına sarılmak gayet kullanışlıdır.
Örgütlülükleri nedeniyle girilemeyen ve yıkılamayan mahallelere terör bahanesiyle girip dağıtmak ve de rantsal dönüşüme su taşımak iktidar açısından akılcı gibi gözükse de tehlikeli bir oyundur. Umarız araştırmayı yapacak profesörler bunları da göz önüne alır da paralarını hak ederler! (CBU/NV)
* Fotoğraflar: Nilay Vardar